KADIOĞLU KÖYÜ
Köylerin köprü, yol, su, kanalizasyon gibi Alt Yapı yatırımlarını yapmakla görevlendirilmiş Müdürlüğe Kadıoğlu Köyü muhtarlığından bir dilekçe geldi. Dilekçede; Kadıoğlu Köyünün su kaynağı olan membanın yaz ve sonbahar mevsimlerinde azaldığı ve bundan dolayı su sıkıntısı yaşandığı belirtiliyordu ve su sıkıntısının giderilmesi amacıyla sondaj kuyusu açılması isteniyordu.
Muhtarın bu dilekçesi, incelenmesi ve gereğinin yapılması için Jeoloji Mühendisi Rıfat ŞAHİN’e verildi. Rıfat ŞAHİN gelen dilekçeye şöyle bir baktı, daha önce gelmiş dilekçelerin altına koydu. Sırası geldiğinde ilgilenecekti, bu dilekçeyle.
Nisanda gelen dilekçeye Ağustosta sıra geldi.
Dilekçede belirtilen konuların araştırılması amacıyla köye gitmeden önce büro çalışmasına başladı, Rıfat ŞAHİN. Önce, köyün su ihtiyacını hesapladı. Köyün nüfusu 246 kişiydi. Bu nüfusa göre köyün bir saniyelik su ihtiyacı 0,71 litreydi. Yaz ve sonbahar mevsimlerinde su sıkıntısı olduğuna göre depoya gelmekte olan suyun bir saniyelik debisi 0,71 litreden az olmalıydı. Bunu öğrenmenin yolu köye gitmek ve yağmurlar başlamadan depoya gelmekte olan suyun debisini ölçmekti. Depoya gelen suyun debisi 0,71 litreden fazla ölçülürse; bu suyun köy ihtiyacına yeterli olduğu, başka bir suya ihtiyaç olmadığı anlaşılacaktı ve hiçbir çalışma yapmadan köyden dönülecekti. Depoya gelen suyun debisi 0,71 litreden az ölçülürse; bu suyun köy ihtiyacına yeterli olmadığı, başka su kaynağına ihtiyaç olduğu anlaşılacaktı ve sondaj kuyusu açılmasına karar verilecekti.
Depoya akmakta olan su, köyün su ihtiyacına yetmeyebilirdi. Bu olasılığı düşünerek yeraltısuyu araştırmasına başladı, Rıfat ŞAHİN. Kadıoğlu Köyünü içine alan jeolojik haritayı açtı, masanın üzerine serdi. Haritanın dört köşesine ağırlıklar koyarak toparlanmasını engelledi. Jeolojik haritayı inceleyerek su potansiyeli olan sahaları bulacaktı. Köye gidince su potansiyeli olan bu sahalarda çalışacak, gerekli araştırma ve incelemeleri yapacaktı.
Kadıoğlu Köyü ve çevresinde üç çeşit kayaç vardı. Andezit, marn ve kiltaşı. Jeolojik haritada her kayaç ayrı renge boyanmıştı. Arazide kahverengi olan andezit kayacı, kırmızıya boyanmıştı. Arazide beyaz olan marn kayacı, maviye boyanmıştı. Arazide çeşitli renklerde olan kiltaşı kayacı, yeşile boyanmıştı.
Su içeriği, suyun kalitesi ve miktarı, içinde bulundukları kayacın türüne bağlıydı. Çatlaklı ve gözenekli kayaçlarda su bulunurdu. Su ile reaksiyona giren kayaçların suları ise kalitesiz olurdu. Hem çatlaklı ve gözenekli, hem de su ile reaksiyona girmeyen kayaçların suyu çok kaliteli olurdu. Su ile reaksiyona girmeyen granit, bazalt, andezit, granit gibi kayaçlarda çok kaliteli su olurdu. Diyarbakır ile Şanlıurfa arasında bulunan Karacadağ bazaltının çok kaliteli suyundan üretilen rakı da çok kaliteliydi, bardağa yapışıp kalıyordu.
Kadıoğlu Köyünün kuzeyinde geniş alanlara yayılan andezit kayacında kaliteli su olabilirdi. Geçirimsiz olan marn ve kiltaşı kayaçlarında su bulunmazdı. Geçirimsiz olan marn kayacı, su bulunduran andezit önünde baraj gibi duruyordu ve yeraltı gölü oluşturuyordu. Bu jeolojik yapıya göre andezit üzerinde açılacak sondaj kuyusundan bol ve kaliteli su alınması, garantiydi.
Jeolojik haritadan edindiği bilgilerle kroki çizmeye gelmişti, sıra. Enine tuttuğu A4 kağıdının sağ tarafına küçük bir daire çizdi, dairenin altına “Kadıoğlu Köyü” yazdı. Kağıdın sol tarafına küçük bir daire çizdi, dairenin altına “Kalafatlı Köyü” yazdı. İki köy arasındaki yolu çizdi, yoldaki keskin virajı abartılı çizdi. Kalafatlı Köyünün kuzeyinden keskin viraja gelen, keskin virajdan Kadıoğlu Köyünün kuzeyine giden andezit-marn sınırını çizdi. Krokideki andezit sahasını kırmızıya, marn sahasını maviye boyadı.
Krokinin çizilmesi ve boyanmasıyla büro çalışmasını tamamlamıştı, Rıfat ŞAHİN. Krokideki bilgilerin arazide bulunması, görülmesi ve doğrulanması gerekecekti. Bunun için köye gidecekti ve arazide dolaşacaktı.
***
Köydeki tek kahve, yolun kenarındaki kayalığa yapılmış iki katlı binanın birinci katıydı. İkinci kat, kahvecinin eviydi. İkinci kattaki eve binanın arkasından girilirken, birinci kattaki kahveye binanın solundan giriliyordu. Binanın solundaki kayalar sökülerek kahve bahçesinin dikdörtgen şeklindeki yeri açılmıştı. Bahçenin tabanına beton dökülmüş, kayalık olan iki tarafına da beton duvar yapılarak kayaların düşmesi önlenmiş. Bahçenin yol tarafına tuğladan yapılmış korkuluk harç ile sıvanmış. Bahçenin üzeri kiremitle ile kapatılmıştı. Yoldan iki metre yüksekte olan bahçeye genişçe tutulmuş beton merdivenle çıkılıyordu. Soğuk havalarda binanın içinde oturulurken, havaların ısınmasıyla bahçeye çıkılırdı. Yaz akşamlarında bahçeye kadınlar da gelirdi ve gecenin geç saatlerine kadar konuşulurdu.
Muhtar, azalar ve bazı köylüler, kahvenin bahçesinde bekliyorlardı, Rıfat ŞAHİN’i. Gözleri yoldaydı. Sık sık saatlerine bakıyorlardı. “Galiba, gelmeyecek” diyorlardı. Müdürlüğün sarı arabasını görünce muhtar ve azalar yola koştular. Duran arabanın kapısını muhtar açtı, arabadan inen Rıfat ŞAHİN’e kendisini tanıttı.
-Ben, Kadıoğlu Köyü muhtar Ramazan AZAKLI. Hoş geldiniz, efendim.
Rıfat ŞAHİN’i kahvenin bahçesine götürdüler. Bahçedekilerin hepsi hoş geldiniz diyerek tokalaştılar. Elli yaşın üzerinde gösteren kahveci, elindeki tepsiyi masanın üzerine bıraktı, Rıfat ŞAHİN’e hoş geldiniz dedi, tokalaştı ve çekildi. Tepsinin içinde bol miktarda su, maden suyu, kola, birkaç çeşit meyve suyu ve bardaklar vardı. İçecekler buz gibi soğuktu, şişelerin ve kutuların üzerleri buğulanmıştı, damlalar süzülüyordu aşağıya doğru.
Muhtar:
-Efendim, ne içersiniz?
-Su içerim.
Masanın üzerindeki tepsiden aldığı su şişesini ve bardağı Rıfat ŞAHİN’nin önüne bırakan muhtar:
-Afiyet olsun, efendim.
Muhtar, oğlu yaşındaki Rıfat ŞAHİN’ne “efendim” diyordu. Rıfat ŞAHİN de kendisine “efendim” diyen muhtara başkalarının dediği gibi “muhtar” demeyecekti, “muhtarım” demeyecekti, “Ramazan bey” demeyecekti, “Ramazan abi” diyecekti.
-Ramazan abi, emeklilik var mı?
-Var efendim. Kömür İşletmesinden emekli oldum.
-Ne iş yapıyordun Kömür İşletmesinde?
-Bekçiydim, yeni adıyla “Güvenlik Görevlisi”. İşletmenin çeşitli bölümlerinde bekçilik yaptım. En son Müdürlük binasının kapısında bekçilik yapıyordum.
-Ne zaman emekli oldun?
-Muhtar seçilir seçilmez emekli oldum.
On yaşlarındaki bir kız çocuğu kendinden büyük kürekle yoldaki hayvan dışkılarını el arabasına yüklüyor, bir sonraki dışkıya sürüyordu arabayı.
Hayvan dışkılarını el arabasına yükleyen kızı gören Rıfat ŞAHİN:
-Ramazan abi. Bu kız çocuğu ne yapıyor?
-Fakir bir ailemizin çocuğu. Yollardaki hayvan dışkılarını topluyor. Okullar açıkken annesi topluyor, okullar kapanınca bu topluyor.
-Dışkıları ne yapıyorlar?
-Tezek yapıyorlar. Tezekle ekmek pişiriyorlar, yemek pişiriyorlar, sobada yakıyorlar.
-Babası çalışmıyor mu?
-Babası adam değil. Kömür İşletmesinde kazmacı olarak işe başlamıştı. Kötü yemedi, işi bıraktı. Kaçak ocaklara girdi, oralarda da çalışmadı.
-Şimdi ne yapıyor?
-Doğru dürüst bir işi yok. Nerede iş bulursa, orada çalışıyor. Kazandığı parayı biraya yatırıyor. Biranın kokusundan sarhoş oluyor, sapıtıyor. Önüne gelene sataşıyor, sövüyor. Karakollardan, hastanelerden çıkmıyor. Ağzında kırılmadık diş kalmadı. Uzaktan akrabam olur, şerefsiz. Kadıncağız evlere temizliğe gidiyor, onun bunun tarlasında çalışıyor. Akrabaları da biraz yardım ediyor.
-Oturup konuşsanız. Akıl verseniz, öğüt verseniz. Belli olmaz, belki düzelir.
-Düzelmez, o. Adam olmaz, o. Konuştuk, olmadı. Akıl verdik, olmadı. Öğüt verdik, olmadı. Sövdük, olmadı. Dövdük, olmadı. Rahmetli dayısına çekmiş, o da böyleydi.
Kadıoğlu Köyünde Roma döneminden kalma mozaikler bulunduğunu duymuştu, Rıfat ŞAHİN. Onu sordu, muhtara.
-Roma döneminden kalma mozaikler bulunduğunu duymuştum. Doğru mu?
-Doğrudur, efendim. Bir bina kalıntısı ve mozaikler bulundu.
-Bilimsel araştırmalar sonucu mu bulundular, tesadüfen mi bulundular.
-Ne bilimsel araştırması, efendim. Tesadüfen bulundular. Adam patates ekecek, kazmayla toprağı kazıyor. Kazmanın ucu çok sert bir taşa geliyor, ateş çıkıyor taştan. Buralarda öyle sert taş olmaz. Eliyle eşeliyor. Kendiliğinden bir taşa benzemiyor, insan elinden çıkmış bir taşa benziyor. Bıçakla kesilmiş gibi düzgün köşeli bir taş. Eliyle yükleniyor, oynuyor taş. Bu taşın sağında, solunda ve altında da benzer taşlar olduğunu görüyor, adam. Yan yana, üst üste dizilmişler. Şüphelenmiş, burada bir şeyler olabilir diye düşünmüş. Geceleri kazı yaparak altın aramaya başlamış. Her gece aynı yerden gelen kazma sesinden şüphelenenler, jandarmaya bildirmişler. Jandarma bir gece gelip suçüstü yaptı, alıp götürdü adamı.
-Sonra ne oldu?
-Arazi sahibi mahkemeye gidip geliyor. Olayı Müze Müdürlüğüne bildirmişler. Müze Müdürlüğünden gelip gidenler oldu. Kazıya başlandı, mozaikler bulundu, binanın duvarları ortaya çıkarıldı. İşi yarıda bırakıp gittiler.
-Niçin bırakıp gittiler?
-Niçin bırakıp gittiklerini bilmiyoruz. Duyduğumuza göre ödenek bitmiş. Ankara’dan ödenek istemişler. Ödenek gelince başlayacaklarmış.
-Mozaikleri görebilir miyiz?
-Göremeyiz, efendim. Bina kalıntısının ve mozaiklerin üzerine naylon örtü serdiler, naylon örtünün üzerine toprak doldurdular.
-Defineciler, yağmalamasın.
-Yağmalayamazlar. Gözümüz, kulağımız orada. Yirmi dört saat nöbet tutuyoruz. Geceleri sahayı aydınlatıyoruz. Bir köpeğimizi de oraya bağladık, gece gündüz orada duruyor. Tanımadığı bir kişi gelince, dünyayı yıkıyor.
-Mozaikleri gören var mı?
-Hepimiz gördük, efendim. Kazıda çalışacak işçileri köyümüzden aldılar. Sigortalarını yaptılar, maaşlarını ödediler. Kazıda görevli herkesin yemeğini, suyunu, çayını, ayranını, meyvesini eksik etmedik, ayaklarına kadar götürdük. O sıralarda mozaikleri gördük.
-Dışkı toplayan kızın babasını da işe alsalardı.
-Aldılar. İki günü tamamlamadı, işi bıraktı. Kızın anasını aldılar. Oradakilere hizmet ediyor. Çay dağıtıyor, su dağıtıyor, meyve dağıtıyor, sofra kuruyor, bulaşıkları yıkıyor.
-Mozaiklerde hangi desenler var?
Mozaik desenlerini anımsayamadı, muhtar. Köylülerin fısıldayarak söyledikleri desenleri, yüksek sesle Rıfat ŞAHİN’ne söyledi.
-“Bir insana saldıran ayı” deseni var, “Süngüleriyle ayı öldüren dört adam” deseni var, “Devekuşu” deseni var, “Domuz” deseni var, “Süngüyle domuz öldüren adam” deseni var, “Ağ ve süngüyle balık avlayan kadınlar” deseni var, “İki adama saldıran aslan” deseni var, “Süngüyle aslan öldüren adam” deseni var. Aklımıza gelmeyen başka desenler de var.
Kahveci, muhtarı işaretleri üzerine masanın ortasındaki tepsiyi kaldırdı, orada bulunanlara çay verdi.
Herkesin çayını içtiğini görünce çantasından arazi defterini, kalemlerini, büroda çizdiği krokiyi ve muhtarın dilekçesini çıkarıp masanın üzerine koyan Rıfat ŞAHİN;
-Suyumuzu içtik, çayımızı içtik, sohbetimizi ettik. Şimdi, asıl konumuza gelelim.
Muhtarın verdiği dilekçeyi eline aldı, konuşmasını sürdürdü.
-Kadıoğlu Köyü muhtarlığından bir dilekçe geldi. Nisanda verilen dilekçeye Ağustosta sıra geldi. Yaz ve sonbaharda suların azalması nedeniyle su sıkıntısı olduğu belirtilmiş, sondaj kuyusu açılması istenmiş.
Muhtar;
-Doğrudur, efendim.
Rıfat ŞAHİN;
-Büroda köyün su ihtiyacını hesapladım, sondaj açılabilecek sahaları belirledim, şu gördüğünüz krokiyi çizdim. Bu gün de buraya geldim.
Muhtar ve köylüler;
-Hoş geldiniz.
Rıfat ŞAHİN;
-Önce depoya çıkacağız, depoya gelen suyu ölçeceğiz. Depoya gelen su, köyün ihtiyacına yetiyorsa; köyün suya ihtiyacı yok deyip döneceğiz. Depoya gelen su, köyün ihtiyacına yetmiyorsa; köyün suya ihtiyacı var deyip sondaj yeri arayacağız.
Muhtar;
-Siz bilirsiniz, efendim.
Rıfat ŞAHİN;
-Depoya yol var mı, araba gider mi?
Muhtar;
-Yol yok, efendim. Araba gitmez, yürüyeceğiz.
Rıfat ŞAHİN;
-Ne kadar yürüyeceğiz?
Muhtar;
-Üç yüz metre kadar.
Rıfat ŞAHİN;
-Yolu olmayan yere depoyu nasıl yapmışlar, malzemeleri nasıl taşımışlar?
Muhtar;
-Hayvan sırtında taşımışlar.
Rıfat ŞAHİN;
-Yürümekten başka çaremiz olmadığına göre, kalkalım. Bir kişi arabadaki ölçüm kovasını alsın.
Bir kişi arabadaki ölçüm kovasını aldı. Depoya doğru tırmanmaya başladı. Çok geçmeden yüzlerinden, enselerinden ve sırtlarından ter boşaldı. Enerjileri bitmiş, hızları azalmıştı. Bir kişi, Rıfat ŞAHİN’nin omuzuna asılı çantayı aldı. Dura kalka depoya vardılar. Kayalık arazide, gölgesine sığınılacak bir ağaç yoktu, bodur ağaçlar vardı. Dik gelen güneş ışınları nedeniyle su deposunun gölgesi oluşmamıştı. Güneş altında bekleyerek kendilerine gelmek zorundaydılar. Yanlarına su almayı da unutmuşlardı.
Biraz kendine Rıfat SAHİN deponun çevresinde dolaşırken, deponun arkasına açılmış delikten bir boru girdiğini gördü.
-Ramazan abi, şu boruyu çıkarabilir miyiz?
Boruyu hemen çıkardılar, büyükçe bir taş bulup üzerine yatırdılar. Ellerini yüzlerini yıkadılar, kana kana içtiler, kendilerine geldiler.
Rıfat ŞAHİN;
-Şimdi, suyun debisini ölçeceğiz yani gelirini ölçeceğiz. Bir kişi boruyu havaya kaldıracak. Bir kişi de kovayı eline alıp bekleyecek, “tamam” deyince suyun altına sürecek. Ben de kovanın dolma süresini ölçeceğim. Sizler de ölçebilirsiniz.
Muhtar Ramazan iki kişi seçti. Birisi su borusunu, diğeri ölçüm kovasını aldı.
Rıfat ŞAHİN;
-Hazır mıyız? Tamam.
Ölçüm kovası 21 saniyede doldu. İki ölçüm daha yapıldı, bu ölçümlerde de kovanın dolması 21 saniye sürdü.
Rıfat ŞAHİN;
-Üç kez ölçüm yaptık. Gördüğünüz gibi depoya gelen su, 20 litrelik kova 21 saniyede doluyor. Bunu, arazi defterime yazıyorum. İtirazı olan var mı?
-Yok.
Borudan akan suyun debisi yani bir saniyelik geliri, 0,95 litreydi. Köyün bir saniyelik su ihtiyacı 0,71litreyken, depoya bir saniyede 0,95 litre su geliyordu. Depoya gelen bu su, köyün ihtiyacından fazlaydı, bu durumda sondaj yapılmasına ihtiyaç yoktu.
Rıfat ŞAHİN, muhtarın omuzundan tutarak depoya doğru götürdü. Özel bir konuşma yapılacağını anlayan diğerleri bulundukları yerden biraz uzaklaştılar. Alınmadan, kırılmadan yaptılar bunu, iyi niyet gösterisi olarak yaptılar.
-Ramazan abi. Depoya gelen su, köyün ihtiyacına fazlasıyla yetiyor. Yeterli su varken sondaja ihtiyaç yok ki.
-Efendim. Bu suyun köyümüze yettiğini biliyoruz. Köyümüzde hayvancılık yapılıyor. Bundan dolayı yetmiyor. Tankerlerle Filyos Çayından su taşıyoruz. Bir ton suya 15 litre mazot parası ödüyoruz. Suyumuz yetse, bu parayı verir miyiz?. Parası olanlar bu parayı veriyorlar. Verecek parası olmayanlar hayvancılığı bırakıyorlar. Suyumuz yetse birçok kişi hayvancılığa başlayacak. Bize bir iyilik yapın, efendim.
Rıfat ŞAHİN ve muhtar, güneş altında bekleyen diğerlerinin yanına doğru yürüdü. Diğerleri de onlara doğru yürüdü.
Rıfat ŞAHİN;
-Çantamı alabilir miyim?
Çantayı hemen verdiler. Büroda çizdiği krokiyi çantadan çıkardı, uzun uzun baktıktan sonra;
-Kalafatlı Köyünü görebileceğimiz bir yere gidelim.
Kalafatlı Köyünü parmağıyla gösteren muhtar;
-Tam karşımızdaki köy, Kalafatlı Köyüdür.
Muhtarın gösterdiği tarafa baktı, Rıfat ŞAHİN. Kayalık ve bodur ağaçlı arazide kahverengi andezit ile beyaz marn sınırı net olarak görülüyordu. Kayaç sınırı Kalafatlı Köyünün kuzeyinden keskin viraja iniyordu. Bu sınırı topografik haritaya çizen Rıfat ŞAHİN;
-Buradaki işimiz bitti. Şimdi Kalafatlı Köyüne gidelim, buraları görebileceğimiz bir tepeye çıkalım. Oradaki işimiz bitince iki köy arasındaki dereye gideceğiz. Asıl işimiz, orada.
Muhtar;
-“Karadere” demek istiyor. Karadere’de buluşalım.
Rıfat ŞAHİN, muhtar ve iki aza Müdürlüğün sarı arabasıyla Kadıoğlu Köyüne gittiler. Kadıoğlu Köyünü görebilecekleri bir tepeye tırmandılar. Kayalık ve bodur ağaçlı arazide kahverengi andezit ile beyaz marn sınırı net olarak görülüyordu. Kayaç sınırı Kadıoğlu Köyünün kuzeyinden keskin viraja iniyordu. Bu sınırı topografik haritaya çizen Rıfat ŞAHİN;
-Haritamızı çizdik, suyumuzu bulduk. Şimdi dereye gidelim, sondaj yapılacak yerimizi bulalım.
Keskin virajda arabadan indiler. Köylüler gelmiş, onları bekliyorlardı. Arabanın gidemeyeceği kadar bozuk bir yolda, dere boyunca yukarı doğru yürüdüler. Yol, derenin bir o yanına geçiyordu, bir bu yanına geçiyordu. Çok az suyun aktığı dereden ayakkabıları ıslanmadan geçiyorlardı. Yaz mevsiminde diğer derelerden su akmazken bu dereden su akması, yeraltında su olduğunu gösteriyordu. Dereden akan bu su, yeraltına sığmayan ve yeryüzüne taşan suydu. Yağışların başlamasıyla bu su coşardı, değirmen çevirirdi. Böyle düşünen Rıfat ŞAHİN;
-Ramazan abi, bu dere üzerinde değirmen var mı?
-Var, efendim. Arabadan indiğimiz yerin alt tarafında. Şimdi kullanılmıyor. Değirmene su taşıyan kanal, derenin karşı kıyısında duruyor.
Derenin akış yönüne göre vadinin sol tarafı kayalıktı ve bodur ağaçlar vardı. Vadinin sağ tarafında toprak oluşmuştu ve büyük ağaçlar vardı. Yürüyen kalabalığın gürültüsünden ürken bir alakarga, çığlık çığlığa uzaklaştı.
Rıfat ŞAHİN;
-Alakarga olduğuna göre kestane ağaçları olmalı.
-Fazla bir şey yok, birkaç tane var. Eskiken çokmuş. Kesmişler, kökünü kurutmuşlar. Bunlarda, o zamanın filizleri.
Bu vadide nereye sondaj yapılırsa yapılsın, su çıkardı. Artezyen yapardı, kuyunun ağzından fışkırırdı, sel gibi akardı.
Sondaj makinesinin kurulabileceği bir yer bulmaktan başka işi kalmamıştı, Rıfat ŞAHİN’in. Birkaç yer buldu. Biraz düşündükten sonra yerlerden birine karar verdi. Bu yer tam olarak düz değildi ama dozerle düzleştirilir, sondaj makinesinin kurulmasına uygun duruma getirilirdi.
Sondaj yapılacak yere gelen Rıfat ŞAHİN, muhtara sordu;
-Buranın sahibi, kim?
-Orman Müdürlüğü.
-Nereden biliyorsun?
-Özel arazi olsaydı, avlu tutulurdu.
-Sondaj yeri burası. Sondajı burada yapacağız.
Müdürlüğe dilekçe vermeden önce kahvede oturmuşlar, sondaj yapılacak yerleri belirlemişlerdi. Köyün alt taraflarında bataklık vardı, sazlık vardı. Atalarının Çanakgölü dedikleri, Suçıkan dedikleri, Domuzyutan dedikleri yerler vardı. Bu yerlerden birinde sondaj yapmak amacıyla dilekçe vermişlerdi. Rıfat ŞAHİN’in belirlediği yerde sondaj yapılmasından hiç memnun olmadılar. Yüzleri asıldı, homurdanmaya başladılar. Buraya sondaj yapmaktansa hiç yapmamak daha iyiymiş, kayadan su çıkarmıymış, kayadan su çıktığı nerede görülmüş, …
Yüzleri asılan, homurdanmaya başlayanların yanında durmadı, arabaya doğru yürüdü, Rıfat ŞAHİN. Bir süre köylüleri ikna etmeye çalışan muhtar, koşarcasına yürüyerek Rıfat ŞAHİN’i yakaladı.
-Efendim. Siz bilirsiniz ama sondajı başka bir yerde yapsaydık.
-Nerede yapsaydık?
-Arkadaşlarımızın belirlediği yerler var. Köyümüzün alt tarafında bataklıklar var, sazlıklar var, Suçıkan dediğimiz yer var, Çanakgölü dediğimiz yer var, Domuzyutan dediğimiz yer var. O yerlerden birinde yaparsak, arkadaşlarımızın gönlü de olmuş olur.
-Burada oyun oynamıyoruz, iş yapıyoruz. O dediğiniz yerlerde bir damla su yok. Sondaj yerini değiştirmem. İstemezseniz, yapmayız.
Sondaj yeri konusunda ne yapacağını şaşıran muhtar, Rıfat ŞAHİN’le yürüdü. Müdürlüğün sarı arabasına vardıklarında;
-Efendim. Köyümüzde Hayvancılık Kooperatifi var. İsterseniz oraya gidelim, ayran içelim.
-Çok ayran içerim, ben. En az sekiz bardak.
-İstediğiniz kadar için, efendim.
***
Kooperatif binası köyün doğu girişinde, yolun sağında, tek katlı ve iki gözlü bir binaydı. Gözün biri, yönetim odası ve toplantı odası olarak kullanılıyordu. Diğer gözde, köyde üretilen ürünler sergileniyordu ve satılıyordu.
Kooperatif başkanı ve muhtarla birlikte Satış Bölümüne girdi, Rıfat ŞAHİN. Böyle bir manzara beklemiyordu. Süt, yoğurt, süzme yoğurt, peynir, tereyağı, et, tavuk, sucuk gibi kolayca bozulacak ürünler buzdolabında tutuluyordu. Yumurta, bal, reçel, tarhana, salça, turşu, konserve, ıhlamur, pul biber, kuru nane, mısır unu gibi ürünler, raflardaydı. Peynir çeşitlerinin, tereyağının, süzme yoğurtun ve balın tadına baktırdılar. Seçim sonuçlarına göre değil üretime göre verdiği sondaj kararından dolayı kendisiyle gurur duydu.
Satış bölümünden Yönetim bölümüne geçtiler. Yönetim Kurulu ve Denetim Kurulu üyelerinin bazıları onları bekliyordu. Hoşgeldiniz ve ayran içme aşamalarından sonra Kooperatif başkanı ile Rıfat ŞAHİN arasında geçecek konuşma aşamasına geçildi.
-Buradaki satış bürosu, ürünlerin satılmasına yeterli oluyor mu?
-Satış bürosunu yoldan gelip geçenler için açtık. Özel müşterilerimiz var. Şiparişlerini veriyorlar, gelip buradan alıyorlar. Asıl satışlarımızı pazarlarda yapıyoruz. Zonguldak pazarına gidiyoruz, Çaycuma pazarına gidiyoruz, Kozlu pazarına gidiyoruz, Filyos pazarına gidiyorum. Yeterli müşterimizin olmadığı diğer pazarlara gitmiyoruz.
-Köydeki hayvan sayısı, nedir?
-Şu anda 184 büyükbaş hayvanımız var. Sayıları hergün değişiyor. Ölen hayvan oluyor, doğan hayvan oluyor, alınan hayvan oluyor, satılan hayvan oluyor, kesilen hayvan oluyor. Her gün değişiyor.
-Var. Hayvancılığı bırakanlar var, hayvancılığa başlamayanlar var. Köyün suyu yetmiyor. Filyos Çayından tankerle su getiriliyor. Bir ton suya 15 litre mazot parası veriliyor. Bu parayı veremeyenler, hayvancılığı bırakıyor.
-Hayvanlar hastalanınca ne yapıyorsunuz?
-Tarım Müdürlüğüne bildiriyoruz. Anında geliyor. Özel Veterinerler de var. Gerektiğinde onları çağırıyoruz.
Yem işini ne yapıyorsunuz?
-Hayvanları meralara ve otlaklara salıyoruz. Kuru yem takviyesi de yapılıyor.
-Kuru yemi kendiniz mi üretiyorsunuz?
-Parayla alıyoruz. Yem bitkileri çok fazla su istiyor. O kadar suyumuz yok.
-Sondaj yapılınca suya boğulacaksınız.
-Sondajdan su çıkacak mı?
-Çıkacak mı ne demek? Kuyunun ağzından fışkıracak, seller gibi akacak.
-Ne diyorsunuz? Heyecandan öldüreceksiniz, bizi.
***
Kahvenin bahçesinde şiddetli bir tartışma yapılıyordu. Tartışmanın nedeni, Rıfat ŞAHİN’in belirlediği sondaj yeriydi. Sondaj yerinin yanlış olduğu konusunda görüş birliği vardı. Herkes kendi belirlediği yerde sondaj yapılmasında ısrar edince tartışma çıkmıştı. Tartışma büyümüş, küfürleşme aşamasına gelmişti. Gözleri dönmüş, akılları başlarından gitmiş gibiydi. Her an yumruklaşma, kırıp dökme aşamasına geçilebilirdi. Rıfat ŞAHİN, muhtar ve azaların geldiğini, yanlarından geçtiklerini görmediler.
Muhtar;
-Arkadaşlar. Birbirimizi kırmayalım. Masamıza buyurun. Söylemek istediğinizi mühendisimize söyleyin.
Yerlerinden kalkmadılar ama içlerinden geleni söylediler.
Birinci kişi;
-Seni okutan profesörün, sana diploma veren okulun anasını avradını, gelmişini geçmişini. Bana abdestimi bozdurtacak.
İkinci kişi;
-Senin mühendis olman herşeyi bildiğini göstermez. Bu gün geldin, bir daha gelmeyeceksin. Ben, elli yıldır bu köyde yaşıyorum, her taşın altını biliyorum. Allah izin verirse bu köyde yaşayacağım. Bu köyü benim kadar bilemezsin. O kayadan su çıkmaz diyorsam, çıkmaz.
Üçüncü kişi;
-Ulan Allahsız, ulan kitapsız. Kayadan su çıkar mı? Kayadan su çıktığını kim görmüş, kayadan su çıktığı nerede görülmüş? Köyün alt tarafında Domuzyutan dediğimiz bir bataklık var. Her gece domuzlar gelir oraya; yatarlar, yuvarlanırlar, tepinirler. Domuzlar kadar olamıyorsun. Suyun yerini domuzlar biliyor, sen bilmiyorsun. Oraya yapsana sondajı. Diyeceksin ki öyle bir yer olduğunu nereden bileyim. Bilmemek ayıp değil sormamak ayıp.
Dördüncü kişi;
-Kendisini mühendis sanan bu kişi derhal istifa etmelidir. Bizim vergilerimizle ödenen maaşı mideye indirmemelidir.
Beşinci kişi;
-Kayadan su çıktığı nerede görülmüş? Köyümüzün alt tarafında bataklıklar var, sazlıklar var. Oralar dururken kayalığa sondaj mı açılırmış? Ben, burada art niyet olduğuna inanıyorum. Mühendis beyin müteahhitle bir olup malı götürmek niyetinde olduğu görülüyor. Ben, tüyü bitmemiş yetimin hakkını bu şerefsizlere yedirmem. Ben, bu işi engellerim. İlçe başkanına giderim, engellerim. İl başkanına giderim, engellerim. Kaymakama giderim, engellerim. Valiye giderim, engellerim. Vekillere giderim, engellerim. Ankara’ya giderim, engellerim. Gitmezsem, namerdim. Engellemezsem, namerdim.
Altıncı kişi;
-Muhtarı deponun yanına niye çektin?. Muhtarla ne konuştun? Muhtardan ne istedin? Bunları açıkla.
Yedinci kişi:
-Köyümüzün alt tarafında bataklıklar var, sazlıklar var. Büyüklerimiz, oralarda çok su olduğunu söylerdi. Oralar dururken kayada sondaj yapılmasını, şahsen doğru bulmuyorum.
Sekizinci kişi;
-Mühendis beyin yetersiz olduğu, bu işlerden anlamadığı görülüyor. Yeraltında yirmi yıl kömür kazdım, göcüklerde kaldım, grizularda kaldım. Şunu gördüm. Su, kil tabakasının üzerinden çıkıyor. Öyle bir su çıkıyor ki, motorlar savamıyor. Mühendis beyin gösterdiği yer, kayalık. Kil yok ki, su olsun.
Dokuzuncu kişi;
-Suçlu olduğunu bildiği için susuyor. Hakaret ediliyor, susuyor. Küfür ediliyor, susuyor. Nu susuyorsun?. Konuşsana, bir şeyler söylesene. Susarak kendini kurtaramazsın. Biz, kaç kişinin kuyruğuna teneke bağlayıp gönderdik. Senin kuyruğuna da teneke bağlayıp göndermesini çok iyi biliriz. Vatan haini.
Onuncu kişi;
-Köyümüzün suya ihtiyacı yok. Dağdan gelen su yetip artıyor. Yaz mevsiminde bazen sıkıntı oluyor ama diğer mevsimlerde sıkıntı olmuyor. Birkaç aylık sıkıntı için sondaj yapmanın, devleti zarara uğratmanın anlamı yok.
Muhtar;
-Sen olsun öyle konuşma, Niyazi. Traktörün arkasına taktığın tankerle, sabahtan akşama kadar su taşıyorsun. Bir ton suya 15 litre mazot parası alıyorsun. Suya ihtiyaç yoksa Filyos Çayından o suları niye taşıyorsun?
***
Az önce kendisine yapılan hakaretlere, iftiralara, küfürlere ses çıkarmayan Rıfat ŞAHİN, öğlen yemeği sırasında, kendisine söven kişiyi sordu. Muhtar ve azalar, kendilerinden başkasının olmadığı bahçede uzun uzun anlattılar o kişiyi, örnekler vererek anlattılar.
Anlatılanlara göre bu kişi dört dörtlük geri zekalıydı ama geri zekalı olduğunu bilmiyordu, kendisini herkesten akıllı sanıyordu. Bundan dolayı aksi, bilgiç, inatçı, baskıcı, ısrarcı bir kişilik sergiliyordu. Sakal bırakıyordu, herkesin sakal bırakmasını istiyordu. Takke takıyordu, herkesin takke takmasını istiyordu. Şalvar giyiyordu, herkesin şalvar giymesini istiyordu, …
Evindekilere merhametsizdi. “ Hava kararmadan lamba yakılmış, soba yanarken pencere açılmış, bayat ekmekler çöpe atılmış, salataya fazla yağ konmuş, tabağın dibi sıyrılmamış, kümesin kapısı kapatılmamış, patatesin kabuğu kalın soyulmuş” gibi basit gerekçelerle evdekileri bunaltıyordu. Bir an önce bu evden kurtulmak isteyen iki kızı, önce kötü yola düşmüştü sonra sokaklara düşmüştü. İki oğlunun nerelerde olduğunu bilen yoktu. Kızlar ve oğlanlar ara sıra telefonla arayıp “Nasılsın anne, biz iyiyiz anne” diyorlardı ama nerede olduklarını, ne yaptıklarını söylemiyorlardı. Evlat acısıyla yanan anne, dövülmeyi göze alarak “gebersen de kurtulsam” diyordu, kocasının yüzüne karşı.
***
İtirazcı köylüler ve İl Genel Meclisi üyeleri İlçe başkanının Beyaz Eşya mağazasına birlikte geldiler. İlçe başkanı mağazasında onları bekliyordu. İtirazcılar anlatıyordu, ilçe başkanı ve İl Genel Meclisi üyeleri dinliyordu. Mağazaya gelen müşteriler toplantıyı bölüyordu. İlçe başkanı her müşteri geldiğinde “afedersiniz, müşteri geldi” diyerek toplatıdan çıkıyordu, müşterilerle ilgileniyordu. İtirazcıların konuşmaları bitmişti ama yol yordam bilmeyen ilçe başkanı ve İl Genel Meclisi üyeleri ne yapacaklarını bilmiyorlardı. İlgileniyorlarmış gibi görünmeye çalışyorlardı.
İlçe başkanının daha yükseklerde gözü yoktu. İlçe başkanlığı ona yetiyordu. İlçe başkanı olunca mağazası arı kovanı gibi çalışmaya başlamıştı. Birkaç dönem daha ilçe başkanı olmak, mağazasının arı gibi çalışmasını sağlamak, en büyük arzusuydu. Bu amacına ulaşmak amacıyla her olayı fırsata çevirerek, her olayı değerlendirerek çevresini genişletmeye, göze girmeye çalışıyordu. Bu sondaj olayı onu hiç ilgilendirmiyordu ama ilgileniyormuş gibi davranıyordu.
İlçe başkanı;
-O, ne karışıyormuş? Atanmış bir kişi, o. Türkiye gibi demokratik ülkelerde atanmışların değil seçilmişlerin dediği olur. İl Genel Meclisi üyelerini boşuna mı seçiyoruz? Öyle değil mi Mehmet Ali abi, öyle değil mi Adnan abi, öyle değil mi Hamdi abi. Sizler varken, ona, bok yemek düşer. Anlattıklarınıza bakılırsa, siz haklısınız. Kayadan su çıkar mı? Kayadan su çıktığı nerede görülmüş? Köyün alt tarafında bataklık var diyorsunuz, sazlık var diyorsunuz, akıl veriyorsunuz ama dinlemiyor, inat ediyor, dediğim dedik diyor. Öyle değil mi? Bence o mühendis, partimizin başarısını engellemeye çalışan bir muhalif.
İl Genel Meclisi üyesi Mehmet Ali;
-O, ne karışıyormuş sondaj yerine? Parayı biz verdiğimize göre bizim dediğimiz yere yapılır. O sondaj ödenecek parada tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı var. O parayı dağlara taşlara yatıramayız.
Toplantıdan çok memnun kalan itirazcılar;
-İlginiz için, yardımlarınız için çok teşekkür ediyoruz. Allah, sizlerden razı olsun. Yarı il başkanına gideceğiz, derdimizi ona da anlatacağız.
İlçe başkanı;
-Oralara kadar gitmenize gerek yok. Boş yere masraf yapacaksınız. Şimdi il başkanını ararım, olup bitenleri anlatırım, Müdürle görüşmesini isterim.
Telefonla ilbaşkanını arayan ilçe başkanı;
-Selamünaleyküm, sayın başkanım. Nasılsınız?
-Allaha şükür. Sen nasılsın?
-Allaha şükür, ben de iyiyim başkanım. Kadıoğlu Köyünden çok kıymetli arkadaşlar var, yanımda. Telefonun sesi açık, seni dinliyorlar.
-Hepsine sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.
-Arkadaşlarımızın bir sıkıntısı varmış, onu görüşmeye gelmişler.
-Neymiş, sıkıntıları?
-Köyün suyu yetmiyormuş. Müdürlüğe dilekçe vermişler, sondaj kuyusu istemişler.
-Ağır ağır konuş. Not alıyorum.
-Müdürlüğün gönderdiği mühendis inatçı çıkmış. Arkadaşlarımızın dediği yerde değil de kendisinin dediği yerde sondaj yaptıracakmış. Arkadaşlarımızın istediği yerde sondaj yapılmasını müdüre söyler misiniz, sayın başkanım.
-“Söyler misiniz” ne demek. Yaptırırım. Arkadaşlarımız nerede istiyorsa, orada yaptırırım. Parayı biz veriyoruz, bizim dediğimiz olur. O mühendisi karşıma diker, yarım saat esas duruşta bekletirim.
-Allah razı olsun, sayın başkanım. Çok kıymetli arkadaşlarımızın ve İl Genel Meclisi üyelerimizin selamları var. Sizi vekil görmek istiyorlarmış, Ankara’da görmek istiyorlarmış.
Telefonu kapatan ilçe başkanı;
-İl başkanının dediklerini kulaklarınızla duydunuz. Sizin dediğiniz yerde yapılacak, sondaj. Mühendisi de karşısına dikecek, yarım saat esas duruşta bekletecek. Mühendisin muhalif olduğunu bir duysa, hiç acımaz. Gözlerini kapatır, haritaya parmak bastırır, parmağın değdiği yere gönderir.
***
Mühendisin belirlediği sondaj yerinin değiştirilmesi, itirazcıların belirlediği yerde sondajın yapılması konusunda Müdürlüğe baskılar yapıldı, ricalarda bulunuldu. İl Genel Meclisi üyeleri, partinin ilçe başkanı, partinin il başkanı, Çevre ve Şehircilik müdürü, Kaymakam, Vali, Milletvekilleri, Ankara Cumhuriyet başsavcısı, Danıştay başkanı devreye girdi. Partinin ilçe başkanı, müdüre karşı edepsizce konuştu. “Neyin karşılığında böyle direniyorsunuz?, anlamıyorum” dedi. Milletvekilleri de müdürün koltuğunu hafiften salladılar.
Müdür, yapılan baskıların ve ricaların karşısında dik durdu, net konuştu.
-Mühendis arkadaşıma güveniyorum, doğru yaptığına inanıyorum. O ne derse, o olur.
Sondaj raporu hazırlandı, ilgili Kurumlardan izinler alındı, ödenek bulundu ve sondajın ihalesi yapıldı. Bir dozer gönderilerek engebeli zemin düzleştirildi, sondaj makinesinin kurulmasına uygun duruma getirildi.
Sondaj makinesinin geldiğini duyan itirazcılar koşarak gittiler, sondajı bastılar. Sondaj çalışanlarını ve muhtarı tartakladılar, bir kişi sondaj kulesini indirmeye kalkıştı, kadınlar sondaj makinesini ve hizmet arabalarını taş yağmuruna tuttular, camlarını kırıdılar.
Kaçarak canını kurtaran muhtar, saklandığı yerden Jandarmayı aradı, olanları anlattı. Jandarma arabası birkaç dakika içinde yola çıktı. Jandarma arabasının geldiğini gören baskıncılar dağıldılar, sağa sola kaçıştılar. Hiç kimseye görünmeden, tepelerin ardından köye dönenler oldu. Gören olur endişesiyle kaçamayanlar gizlendiler, gizlendikleri yerden olup biteni seyrettiler, Jandarmanın gitmesini beklediler.
Jandarma arabasının geldiğini gören muhtar saklandığı yerden çıktı, sandaj sahasına gitti. Olup bitenleri komutana anlattı. Sondaj çalışanları ve orada bulunan azalarda olup bitenleri anlattılar.
Komutan;
-Olup bitenleri anladım. Baskını yapanların isimlerini verin, bana.
Muhtar ve azalar başbaşa verdiler, baskını yapanların isimlerini bir kağıda yazdılar. Kağıtta on bir baskıncının adı yazılıydı. Baskını yapanlar daha fazlaydı, otuza yakındı. Köydeki evleri sırayla ele aldılar. Şu evden vardı, şu evden yoktu. Böyle yaparak baskıncıların tamamını buldular. Baskına katılan dokuz kadın ve on beş erkek baskıncının ismi yazılı kağıdı komutana verdiler.
İsim listesine şöyle bir bakan komutan;
-Bunların bazıları öbürlerinin aklına uyarak baskına katılmıştır. Onların isimlerini verin.
Muhtar ve azalar, başkalarının aklıyla baskına katılmış olabilecek dokuz kişinin adına bir kağıda yazdılar, komutana verdiler.
Komutan;
-Asker.
-Emret komutanım.
-Şu isimleri alfabetik sıraya göre yaz.
-Emredersin komutanım.
Kadınların attıkları taşlarla hasar gören, camları kırılan sondaj makinesinin ve hizmet arabalarının resimleri çekildi, baskınla ilgili tutanaklar hazırlandı, imzalandı.
Jandarmalar sondaj sahasında üç saat kadar kaldılar. Muhtarın evinden gelen yemekle öğlen yemeğini yediler, orada demlenen çayı içtiler, sondaj makinesinin delme işlemini seyrettiler. Çalışmayı engelleyecek eylemler olmayınca dönüş hazırlığına başladılar.
Komutan;
-Biz, gidiyoruz. Yirmi dört saat nöbet tutacaksınız. Yaklaşan olursa, engelleyen olursa; isimlerini yazıyorsunuz, bana bildiriyorsunuz. Yirmi dakikada buradayım. İmama söyleyin, sondaj yaklaşmanın yasak olduğunu minare hopörlerinden duyursu.